25 Aralık 2014 Perşembe

Barış Manço'nun İlk Sahneye Çıkışı


Sanatçı annesi Rikkat Uyanık, Barış Manço'yu ninni yerine şarkı söyleyerek uyutmuş. Fotoğrafta 7 aylık Barış'ı ilk gitarıyla görüyorsunuz... Adam olacak çocuğun ta kendisi!


Hakkı Manço ve Rikkat Uyanık, Manço Ailesi'nin temellerini 1940'ta atmışlar. 1940'lar malum, savaş yılları, İkinci Dünya Savaşı'nın Avrupa'yı kasıp, kavurduğu, Türkiye'yi tehdit ettiği yıllar. Savaş yıllarında doğan ilk çocuklarına bu yüzden olacak Savaş adını koymuşlar.

1942'de Rikkat Uyanık ikinci defa hamile kalmış, 1943'ün ilk gününde bir oğlu daha dünyaya gelmiş. Hepsinin içinde öylesine bir barış özlemi varmış ki, Manço ailesinin yeni misafirine hiç düşünmeden «Barış» adını koymuşlar.

Barış Manço anlatıyor:
"Baba tarafından müzikle olan ilişkim çok eskilere dayanır. Babaannemin dedesi zamanının ünlü bestecilerinden Tanburi Ali Efendi'dir. Dedem aynı zamanda hafızmış. Hatta sarayda baş imamlığa kadar yükselmiş. Onun oğlu, yani babaannemin babası Tanburi Aziz Bey'miş. Onun da birkaç bestesi varmış. Baba tarafından, babaannemin babasından sonra bana kadar, yarım yüzyıl bizim ailede müzisyen yetişmemiş. Ana tarafına gelince... Annemin babası çok güzel ud ve keman çalarmış. Besteleri bile varmış. Bestelerinin sözlerini kapsayan bir defter bugün hala evde durur. Ama notalar kaybolmuş. Onun oğlu, yani dayım Uğur Yüzbaşıgil profesyonel bir kemancıymış. Aynı soyadını taşıyan dayı oğullarından Şafak Yüzbaşıgil de müzisyendir, bilirsiniz. Barış MançoVe şimdi sıra geldi bence en önemli olanına. Yaşları 40'a yakın olanlarınız annem Rikkat Uyanık'ı tanırlar, İstanbul Radyosu ve Konservatuvarı'na yıllarını vermiş bir sanatçıdır annem. Sonra ne olmuş, neden bırakmış bilmiyorum, müziği bırakmış. 'Bir inat yüzünden müziği bıraktım. Eğer sen müzisyen olmasaydın verem olur, ölürdüm. Müzik aşkımı seninle tatmin ettim,' der her zaman."

 Barış Manço bu fotoğrafın altına "20.17.1958. Krizantem Pavyon. İlk sahneye çıktığım gün..." diye yazmış.

Barış Manço ailesinin sanatçı fertleri bu kadar. Peki ailenin en şöhretli müzisyeni Barış, nasıl başlamış müziğe? Şimdi de onu dinleyelim Barış'tan. 
- "Annemin anlattığına göre küçükken müziğe çok kabiliyetim varmış, ama müzikle hiç mi, hiç ilgilenmezmişim. Halbuki ninni bilmeyen annem, beni ve kardeşlerimi uyutmak için ninni yerine durmadan klasik Türk müziğinden eserler söylermiş. Çocukluğumda müzik çalışıp, müzik dinlemektense Karagöz oynatmayı, çeşitli kılıklara girerek sözüm ona tiyatro yapmayı pek severmişim. Hayran olduğum kişi de kimmiş biliyor musunuz? Ulubatlı Hasan... Her oyunda bir punduna getirip, onun kılığına girer - girebildiğim kadar tabii - İstanbul'u bıkmadan, usanmadan defalarca fethedermişim!"

Barış Manço'nun hatırlayabildiği devirlerde müzikle ilgili ilk anısı bir kıskançlık olayı. Kıskandığı insan da annesi. Olay şöyle:

Bir gün Barış annesiyle birlikte bir ahbap gezmesine gidiyor. Yeniliyor, içiliyor, sıra eğlenceye geliyor. Israr üzerine Rikkat Hanım ortaya çıkıp yeni bestelediği bir şarkıyı söylüyor: «Ne günüm gün, ne gecem benziyor artık geceye - Sonu başlangıcı yok, döndü ömür bilmeceye». Parça bitince alkışlanıyor tabiî. Barış, alkışları duyunca birden ayağa fırlıyor. Annesine dönüp, «Sen şarkıcıysan ben de şarkıcıyım» diyerek o anda uydurduğu bir şarkıyı söylemeye başlıyor. «Bu benim sanat hayatımda duyduğum ilk kıskançlık hissidir!» diyor Barış Manço.

Aradan yıllar geçiyor. Yine Barış'ın kenarından, köşesinden müzikle hiçbir ilgisi yoktur. Nihayet 14 yaşında Bill Haley'in bir filmini seyrettikten sonra müziğe aşık oluyor. Filmi seyredip eve döndüğü zaman annesine kendisine nefesli bir saz alması için yalvarıyor. «Ciğerlerin zayıf. Nefesli saz almam, ama gitar alırım» diyor annesi. Ve dediğini yapıp, ertesi gün Barış'a vaadettiği gitarı alıyor.

- "Gitarı elime aldığım gün hemen bir melodi çıkardım. Ortaokula gidiyordum. Dersler liseye oranla nisbeten hafif olduğu için uzun süre gitar çalışmak fırsatını buldum. Annem gitarı iyice öğrenmem için bana ders aldırmak istedi. Fakat akorlar üzerinde çalışmak beni kısa zamanda sıktı. Dört dersten sonra ders almaktan vazgeçtim. Annem çaresiz bana nota dersini kendi vermeye başladı. Annemin derslerinde kadınsı bir yumuşaklık, analık hissinden doğan bir başkalık vardı. Sonra bana güzel sesiyle şarkılar söylüyordu ki, asıl ben buna bayılıyordum. Bazen hafta sonlarında sabahlara kadar annemle oturup, müzik çalıştığımızı, müzik sohbetleri yaptığımızı bilirim. Hala da yaparız ya. Neyse... Annemin bana bütün çalışmalarımda büyük bir katkısı olmuştur. Bana alaturka müziği en ince teferruatına kadar o öğretmiştir. Neyse uzatmayalım. Bizim annemle yaptığımız bu müzik çalışmaları kısa bir zaman sonra kardeşim İnci'yi kıskandırdı. İnci'ye hemen bir piyano alındı. Ama o maymun iştahlıydı, bu yüzden piyano bana kaldı. Dünyalar benim olmuştu. Keyfime diyecek yoktu artık."

Aradan iki yıl geçer. Barış Manço artık gitar çalmayı, şarkı söylemeyi iyice öğrenmiştir. Okul arkadaşlarıyla birlikte «Barış Manço ve Kafadarlar» adında bir orkestra kurar. Orkestranın üyeleri arasında Timur Selçuk da vardır. Ama Timur klasik müziği rock'n roll'a tercih ettiği için orkestradan ayrılır. Barış o kış boyunca küçük konserlere çıkar. Bazı kulüplerde çalışır. Ertesi yıl orkestrasını yeni bir biçime sokar, daha iddialı bir topluluk kurar. Yeni grubunun adı «Barış Manço ve Harmoniler»dir. Bir yıl içinde Barış Manço ve Harmoniler'in adı profesyonel orkestralar kadar büyür. 1961'de topluluk "Yılın En İyi Amatör Orkestrası seçilir. Aynı yıl Hürriyet Fotoğraf Ajansı'nın tertiplediği yarışmada, Barış Manço «Dream Girl» adlı bestesiyle "En İyi Pop Müzik Bestecisi" olur.

Barış Manço ve Harmoniler'in adı artık iyice yaygınlaşmıştır. 1962'de Barış ilk iki plağını doldurur: «Let's Twist Again» ve «Kızılcıklar Oldu mu». «Kızılcıklar Oldu mu» Rikkat Uyanık'ın folklordan yaptığı bir derlemedir. Barış bu şarkıyla bugünkü folk akımının ilk örneğini verir. Fakat plak daha piyasaya çıkmadan Barış liseyi bitirir ve öğrenimine devam etmek için Belçika'ya, ağabeyinin yanına gider. 

«Türkiye'den ayrılınca önce Belçika'ya gidip, Belçika Kraliyet Akademisi'ne kaydımı yaptırdım. Sonra tuttum Paris'in yolunu. Paris'te beni açlık ve sefalet bekliyordu. Günlerce işsiz, aç dolaştım Paris sokaklarında. Garsonluk yaptım, benzin istasyonlarında çalıştım. Bu arada bir de şöhret mücadelem oldu bu şehirde. Beni şöhrete kavuşturacaklarına söz veren şahıslar, kilo vermemi söylediler. Yemeyip, içmeyip 20 kilo birden verdim. Bu biraz da parasızlıktan oldu ya, neyse... Sonra, 'Sen bu Fransızcanla şarkı söylemek değil, ıslık bile çalamazsın' dediler, inat olsun diye Fransızcamı ilerlettim.. Onları mahcup ettim. Tabii, ben ettiğimi sanıyorum, ama acaba, ben bir daha akıllarına geldim mi o da başka mesele. Paris stüdyolarında 'Baby Sitter' adında bir plak yaptım. Yine o ilk yılımda Olympia'da genç sanatçılara ayrılan bir gecede iki şarkı söyledim.»

Barış Manço 1965'e kadar Avrupa'dan dönmez. Ama Türkiye'de de unutulmaz. «Kızılcıklar Oldu mu» yurtta büyük ilgi uyandırmış ve Barış Manço yurtdışında olmasına rağmen, Türkiye'nin ünlü sesleri arasına adını yazdırmıştır.

1966 yazında Barış, «Les Mistigris» adlı bir Fransız topluluğu kurup, yaz tatilinde konserler vermek için Türkiye'ye gelir. Kulüplerde çalışır. Orkestrasıyla birlikte «Seher Vakti» adlı bir plak yapıp, Belçika'ya döner. Bunu her yıl yaz tatillerinde Türkiye'ye geliş gidişler, her yaz yapılan yeni plaklar izler.

1969'da Barış Manço, Kaygısızlar'la birleşir. Ve ilk Anadolu turnesini yapar. Aynı toplulukla doldurduğu »Ağlama Değmez Hayat» adlı plağı Barış Manço'nun sesini bütün Türkiye'ye duyurur. «Ağlama Değrıez Hayat»ı «Derule» ve «Kağızman» izler. Artık Barış Manço kendisini Türkiye'ye kabul ettirmiş bir şarkıcıdır. Birincilik için tek bir basamak kalmıştır. Ve bu basamak «Dağlar Dağlar»la olur. Her şeyiyle Barış'a ait olan bu parça, 1971'in en sevilen şarkısı seçilir. Barış'a bir platin plak, ondan da önemlisi milyonların sevgisini kazandırır.

(Röportaj: Mine Baykara - Ses Dergisi - 8 Mart 1972)

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder